Rize
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.44
  • EURO
    34.96
  • ALTIN
    2394.8
  • BIST
    10065.4
  • BTC
    69315.19$

BEN NEDEN ATATÜRKÇÜ OLDUM, SİZ NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMALISINIZ? (2)

10 Kasım 2023, Cuma 12:45

Bütün silah arkadaşları da onun gibi çok iyi eğitim almışlardı. Hepsi son derece donanımlı, aydın, ileri görüşlü askerlerdi. Enver Paşa, Talat Paşa Cemal Paşa gibi diğer askeri ve sivil aydınlar da… Ama o bir dahiydi. Sadece bulunduğu toplumun değil, çağının dahisiydi.

Günümüzün önemli düşünür ve yazarlarından Dücane Cündioğlu’nun şu sözleri onu biraz daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir: " Geçmişte Atatürk için niye rahmetle, minnetle bu tür ifadeler kullanayım. Şeyi çok geç anladığım için, bu, Tanzimat dönemlerini çok çalıştım ettim ama hep Batılılaşmada böyle bir hinlik, halının ayağımızdan kayması gibi bir takım ideolojik kaygılarla onları okuduğumuz için onları yorumlama kapasitemiz de yoktu; ne yaş olarak, ne ideolojik duruş olarak bunu yapabilecek konumda değildik. İtibar edebileceğimiz insanlarda da buna benzer bir şey yoktu.  Şimdi o bakımdan Mustafa Kemal, İslam dünyasında Türkiye’nin ayrıcalıklı olmasını sağlamıştır, çünkü uzağı görmüştür ve biraz neşteri acı vurmuştur. Ben yıllardır o konuda şöyle düşünmüştüm; biraz ileri gitmiş yani biraz daha şefkatli davranamaz mıydı? Biraz daha halkı çok fazla keskin bir şeyden uzak dursaydı gibi yani daha ortayı bulucu yorumlar etrafında dolandı zihnim, yıllar evvelini söylüyorum. Bugünkü kanaatim, yani kanser hastasına aspirin veremezsiniz, ameliyat etmek şefkatsizliğin değil, tam tersine büyük bir uzak görüşlülüğün bir ileri görüşlülüğün, gerçek bir şefkatin mahsulüdür."

Peki şimdi durum bundan farklı mı? Değil… Hatta bazen daha şuursuz bir önyargıyla akla hayale gelmeyecek suçlamalar yapılabiliyor Mustafa Kemal’e… Lozan’ın gizli maddeleri olduğundan, bu sebeple de yer altı zenginliklerimizi çıkaramadığımızdan falan bahsediliyordu. Lozan’ın 100. Yılını geride bıraktığımızda bu argümanları ellerinde patlamış olsa da aynı pişkinlikle benzer saçma sapan suçlamaları yapmaktan geri kalmıyorlar.

Osmanlının yıkılışını bile cumhuriyetin kuruluşu ile Mustafa Kemal’e bağlayanlar bilmiyorlar ki, çok bel bağladıkları Osmanlı Devleti yöneticileri Mondros Antlaşmasıyla ülkenin tapusunu çoktan itilaf devletlerine vermişti bile... Çanakkale’de yenilgiye uğrayan itilaf devletleri bu antlaşmaya dayanarak sanki İstanbul’u işgal etmemişti. Sanki Galata Kulesi’nde İngiliz bayrağı kendiliğinden dalgalanıyordu. Sokaklarda asayişi, kimlik kontrolünü sanki İngiliz askerleri sağlamıyordu. Bu yetmezmiş gibi Osmanlı yönetimi ve yandaşları, hangi güçlü ülkenin himayesine girmenin daha hayırlı! olabileceğini tartışıyorlardı.

Sadece bu kadar mı? Mondros ve daha sonra Osmanlı Devleti’ni kapsayan Sevr Antlaşmasını dayanak alam itilaf devletleri ve Yunanlılar bütün Osmanlı topraklarını paylaşmaya başlamışlardı. Fransızlar, İtalyanlar, Ermeniler, İngilizler Yunanlılar Türk’ün yurdunu işgal etmekle kalmıyor, işgal ettikleri topraklarda insanlarımıza insanlık dişi davranışlarda bulunuyorlardı.

Özellikle Yunanlıların İzmir’i işgaliyle başlayan zulüm, işkence, vahşice insanları katletme, kadınlara, çocuklara ve kızlara insanlık dışı davranışlar tarihimizde karşılaştığımız en büyük vahşetlerden biri, hatta bir soykırımdı. Kısacası Mustafa Kemal hala İstanbul’daydı, Osmanlı Hükümeti iş başındaydı, ama ortada Osmanlı Devleti yoktu.

İşte bu şartlarda Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Anadolu’ya ayak bastı ve artık Türk’ün Kurtuluş Savaş’ı başlamış oldu. Cumhuriyete giden yolda yaşananlar oldukça uzun ve birçok olayı kapsadığı için bu sürece ana hatlarıyla değinerek geçelim. Kongreler, bildiriler, TBMM’nin açılışı ve büyük bir hazırlık dönemi ve Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması…

Bu dönemle ilgili iki olaya değinmek istiyorum. Biri, İstanbul Hükümeti manda ve himayeyi konuşurken, Anadolu’dan bir ses yükseliyordu: “Manda ve himaye kesinlikle kabul edilemez!” Bu Türk’ün bütün dünyaya bir özgürlük haykırışıydı.

Artık, Anadolu’da başlayan Millî Mücadele, liderini bulmuş, dağınık ve bölgesel mukavemetler bir bayrak altında toplanmaya başlamıştı. Bunun ilk örneğini 22 Haziran 1919’da Mustafa Kemal imzasıyla Amasya’dan bütün memlekete duyurulan bir tamimde görüyoruz. Bu genelgede kutsal bir ses işitiliyordu: "Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir. Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." Bu cümleler, Millî Mücadele’nin örgütlü olarak fiilen başladığının onun imzası ile bütün cihana ilanı idi.

Diğer önemli konu ise, Mustafa Kemal’i Vahdettin’in Anadolu’ya gönderdiği yalanıydı. Evet, Mustafa Kemal İstanbul Hükümetinin kararıyla Anadolu’ya geçmişti, ama kurtuluşu başlatmak için değil Anadolu’daki ayaklanmaları bastırmak içindi. Neticede Anadolu’ya geçtikten sonra kongreler ve bildirilerle Mustafa Kemal’in halkı işgale karşı birleştirdiğini gören İstanbul Hükümeti, yeni bir kararla ona bu davranışıdan vazgeçmesini, tekrar İstanbul’a dönmesini bildirmiştir. Bu kararı tanımadığını bildiren Mustafa Kemal’e karşı bu kez itibarsızlaştırma süreci başlatılmıştı. Bu amaçla Teali İslam Cemiyeti üyesi, İngiliz ajanı, dönemin şeyhülislamı Mustafa Sabriye bir fetva hazırlatılmıştı.

Mustafa Sabri’nin fetvasında: “Padişah'ın aksi emrine rağmen istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her müslümanın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır.” deniyordu. Mustafa Sabri'nin yazdığı fetva Damat Ferit'in onayı ve Vahdettin'in buyruğuyla duyuruldu. Hatta bu fetva bilerce çoğaltılarak İngiliz uçaklarıyla Anadolu’nun semalarına bırakılıyordu.

Sonuç olarak Mustafa Kemal bütün bu engelleri aşarak amacına ulaştı. Kurtuluş Savaşı ile istilacıları kovan Mustafa Kemal, Türk’ün karakterine en uygun rejim olan cumhuriyeti kurdu. Yaşamı boyunca birçok yeniliğe imza atarak Türk Milletinin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasını sağladı. Tarımda, sanayide yapılan atılımlarla milli ekonomiyi kurdu, dışa bağımlı kalmadı, onurlu bir duruş sergiledi.

Şimdi, gelelim asıl konuya: Yaşamı ve yaptıkları ansiklopedilere sığmayacak olan Mustafa Kemal Atatürk’e karşı yapılan bu saldırılara neden siper olmaya çalışıyoruz? Çünkü biliyoruz ki, Mustafa Kemal Atatürk’le hesaplaşma derdinde olanlar aslında Türk’le hesaplaşma derdindeler. Mustafa Kemal Atatürk’le hesaplaşma derdinde olanlar, Türk’ün Anadolu’da var oluşuyla hesaplaşma derdindeler. Mustafa Kemal Atatürk’le hesaplaşma derdinde olanlar, Türkçeyle, Türk tarihiyle, Türk kültürüyle, Türk kimliğiyle hesaplaşma derdindeler. Bunun için onun manevi şahsiyetine karşı yapılan saldırıları doğru okumalı, ona göre bir savunma yöntemi geliştirmeliyiz. Bu bizim için gelecekte de bu topraklarda var olabilme mücadelesidir.

10 Kasım 1938’de Türk’ün Büyük Başbuğ’unu, Başkomutan’ını sonsuzluğa uğurladık. Onun ölüm yıldönümünde, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm silah arkadaşları ve kanlarını bu ülke için akıtanlara Yüce Tanrı’dan rahmet diliyorum. Ruhları şad olsun.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum